Şimdilerde birçok yeniliği bir arada yaşıyoruz, dijitalleşiyoruz. Ne oranda ve nasıl dijitalleşiyoruz? Bu dijitalleşmeden korkmalı mıyız? Dijitalleşmeye en basit haliyle her şeyin başına bir e koyabilmek diyebilir miyiz? Evet, her şeyin “e hali” aslında. Çünkü bu e halinin bir evrimle başlayıp bir devrime doğru yol aldığını gözlemliyorum. Normalde önce devrim olup sonra bu radikal değişikliğin evrimleşme sürecini izleriz ama bu süreçte gözlemlediğim şey önce bir e-evrim olduğu yönünde. Son bir yılda yaşadığımız korona krizi esnasında, aslında evrimle başlayan sürecin bir anda devrim sertliğine dönmesi ve hayatın durup her şeyin kaldığı yerden dijitale dönüşmesinden bahsediyorum.
Tabii ki internetin buluşuyla gelişen ve dönüşen toplumsal düzen, bilginin sınırsız olduğu bir evrene adım atarak yepyeni bir dünyayı daha var etti. İnternetin gücü, kolaylığı ve sınırsızlığı; son 20 yılda toplumsal anlamda çok ciddi radikal değişimlerin yaşanmasını sağladı. Dijital dünyanın bu yenilikçi imkanları Y ve Z kuşağı için yaşam biçimi ve olmazsa olmazlar haline geldi. Bu anlamda da baktığımız zaman 2007’de Boston (Touft) Üniversitesi bünyesinde yapılan bir dijital dönüşüm endeksi istatistiği bu dönüşümü net bir biçimde ortaya koyuyor. 60 ülkedeki dijital ekonomi gelişimini, bu ülkelerdeki teknoloji adaptasyonunu ve dijital dünyaya güven konusu bu araştırmada değerlendirildi. Aslında Türkiye’nin değerlerine baktığımız zaman kabuğunu kıranlar kategorisinde yer aldığını görüyoruz. Yani bizim bu genç nüfusumuz ve bununla birlikte yeniliklere açık olma ve yenilikleri deneyimleme heyecanımız, bizi bu listenin üst sıralarına taşıdı. Güney Kore, İngiltere, Hong Kong ve Amerika’nın ilk onda yer aldığı listede genç jenerasyonu ile dijital dönüşümde hızla yol alanlardan birisi de Türkiye.
Öte yandan; We Are Social 2021 istatistikleri başka çarpıcı rakamlar veriyor. Araştırmaya göre ülkemizde mobil kullanıcı sayısı her yıl düzenli olarak artışta. Rapora göre dünya genelinde internet kullanıcısı sayısı 4,6 milyar ve tüm dünyada insanlar günlük yaklaşık 7 saatini internette geçiriyor. Her yıl yeni kullanıcılar dijital evrene katılıyor. Bu sayılar gördüğünüz gibi çok yüksek ve geniş kitlelerin bu dönüşüm için çoktan adım attığını gösteriyor. Haklı olarak dünyadaki eşitsizliği ve yaşanılan pek çok sorunu düşündüğümüzde teknolojiyle birlikte daha eşit olanların gücünün artmasından ve dünyaya hâkim olmasından endişeleniyoruz. Korkmamızın sebebi teknolojiyi yazanların, yönetenlerin, kullanıcıların insanlar olması, teknolojiyi elinde bulunduranların giderek güçlerine güç katması ve hepimizi ilgilendirebilecek kararları kolayca tek başlarına alabilecek olmaları.
Peki dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye çalışan biz sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler bu tabloda nerede? Peki gönüllülük ne durumda? Bir taraftan bu kadar dijitalleşen ve sınırların ortadan kalktığı bir dünya ile onun yarattığı bireyselleşme, diğer taraftan da yine dünya vatandaşlığı kavramının güçlenmesi ve gezegenimizin herhangi bir noktasındaki sorunları anında görüp, anında çözümün parçası olabilmek için yapacak bir şeyler bulabilme kapasitemiz. İyi tarafına odaklanıp; gönüllüler hem öğrenme araçlarının artmasıyla kendilerini geliştiriyor hem de dünyanın pek çok noktasında yaşanan olaylara karşı kayıtsız kalmıyorlar diyebiliriz. Peki kim bu gönüllüler? Birleşmiş Milletler ’in tanımına göre gönüllü bireyin kendi özgür iradesiyle maddiyata dayanmayan bir motivasyon ile kendi ve/veya ya da yakın çevresi dışındaki bireylere, diğer canlıların yararına yönelik gerçekleştirdiği faaliyetlerin hepsine biz aslında gönüllülük diyoruz.
Ben bu tanımda daha iyi, daha yaşanılabilir bir dünya hayali görüyorum, yani aslında hepimiz gönüllülüğün getirdiği sorumlulukları benimsesek, gönüllülüğü öğretilen bir sorumluluğa dönüştürüp, aktif vatandaşlık görevimiz olarak benimsersek belki de teknolojinin gelişmesinden bu kadar tedirgin olmayacağız. Çünkü bir gönüllünün ortak tanımlarına bakarsak; özgeci, hoşgörülü, farklılıklara karşı saygılı, sorun değil çözüm odaklı ve bunun gibi barışçıl bir toplumun temellerini atmamıza yardımcı olacak pek çok özellikle karşılaşıyoruz. Bundan yola çıktığımızda gönüllülük de aslında bir kişilik özelliğidir. O zaman gönüllülüğün gücü ile birlikte teknolojinin o kadar büyük korkulara yol açacağını düşünmemize gerek yok. Tabi gönüllülüğün değişen ve dönüşen dünyaya ayak uydurması gerekiyor.
Bir de dünyadaki gönüllülük oranına ve çalışmalarına bakalım. 2018’de dünyada gönüllülüğün durum raporu yayınlandı ve gönüllülerin sayısı dünyada 1 milyardan fazla. Yani dijitalleşmeyle birlikte aslında diğer taraftan da daha iyi bir dünya için kollarını sıvayan insanların sayısı da çok fazla. Bu sayıya iş gücü olarak baktığımız zaman 109 milyon tam zamanlı çalışan işçiye eş değer. Gönüllüleri bir ülke olarak hayal edersek bu sayıyla birlikte tam zamanlı iş gücü bakımından dünyanın beşinci büyük ülkesi gönüllülerin oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu güce bir de dijitalleşmenin gücünü ekleyebildiğimizi hayal etsenize…
Gönüllülüğe dair gelecek inancımı perçinleyenler en çokta Y ve Z kuşağı, yani biz gençler. Yeni nesil toplumsal sorunlar için başkasından yardım beklemeden harekete geçiyor. Arkadaşlarını, yakın çevresini örgütlüyor; onları harekete geçmeye yönelik teşvik ediyor ve rol model oluyor. Bu neslin dışarıya karşı sorumsuz ve umursamaz olduğu büyük nesillerce anlatılsa da kendi istekleri için hızlıca harekete geçen ve aktivist neslin en büyük farkı; elini taşın altına koyarken bunu yenilikçi çözümlerle yapıyor olmasıdır. Aslında benim bir çocuk dünyayı değiştirebilir dediğim noktada Malala bir çocuk, bir öğretmen, bir kitap ve bir kalem dünyayı değiştirebilir derken yine aynı iddiayı bir insan dünyayı değiştirebilir olarak Greta devam ettiriyor. Dünyanın neresinde olursa olsun gençler doğudan batıya, kuzeyden güneye iyilik yapmak için çabalıyor. Çünkü gençler iletişim ağları sayesinde dünyayı koskocaman gözlüklerle görebiliyor, sorunlarımızın aslında ne kadar da ortak olduğunu ve birbirimize ne kadar iyi gelebileceğimizi analiz edebiliyor. O yüzden yeni neslin iyilik anlayışı yeni neslin gönüllülük ve paylaşım ekosistemi anlayışını da bu dijitalleşme ile güçlendirmemiz gerektiğine çok inanıyoruz.
Nasıl mı? Gönüllülüğün başına e halini koyarak. e-Gönüllülük vatandaşların aktif vatandaş olabilmesi adına yenilikçi bir yol aslında. Toplumsal hareketlenmede önemli bir durak olan e-Gönüllülük ya da dijital gönüllülük kesinlikle Y ve Z kuşağının sosyal medya araçlarındaki rolünü iyi bilmesi ve iyi yönetmesi doğrultusunda şekillenmiş. Dijital ortamda değişim yaratma mücadelesine öncü olan ve katkı sağlayan dünyanın ilk küresel kuşağı Y ve dijital dünyaya doğan ilk nesil Z kuşağı dijital aktivizmlerini e-Gönüllülük ile beslemeye başlıyor ve Avrupa Parlamentosu Kamu Politikaları artık politikalarının içine bu neslin e-Gönüllülük yorumlarını dahil etmeye başladı. Gündemimizde olan virüs, bir kırılma noktası olarak gönüllü katılımını arttırmakla kalmayıp katılım biçimini de değiştirdi. En başında söylediğim gibi gönüllülüğü bir sorumluluk, iyiliği de bir farkında olma hali olarak yorumluyorum.
Gönüllülük bilincini aşıladığımız zaman teknoloji korkulacak bir şey değil. Teknolojinin bilinmezliği ve sınırsızlığının insana olan ihtiyacı bitireceğini düşünüp korkuya kapılmak yerine, onu var edenin ve amaçlarını belirleyenlerin bizler olduğunu unutmadan gönüllüler yetiştirmeye odaklanmak dileğiyle…